ABD’nin Illinois eyaletinde yani kuzeyinde yer alan Chicago,
ülkenin nüfus bakımından üçüncü büyük şehridir. Gökdelenleriyle ünlü olan bu
şehrin sokaklarında gezerken kendinizi film sahnesindeymiş gibi hissetmeniz
kaçınılmaz. Kuzeyde yer alması sebebiyle oldukça sert bir iklime sahip olan
şehir zaten rüzgarın kenti olarak anılıyor. Biz gittiğimizde henüz eylül
sonları olmasına rağmen sonbahar mevsimini bizden bir tık ilerde yaşadıklarını
söyleyebilirim.
San Diego ve Los Angeles gibi batı bölgesindeki şehirlerde
kendimi daha çok California’da hissederken Chicago’da tam olarak Amerika’da
olduğumu hissettim. Bunun ilk sebebi olarak California’da göremeyeceğiniz beyaz
Amerikalılar ile, Chicago’da fazlasıyla karşılaşıyor oluşunuzu söyleyebilirim.
Bir diğer sebebiyse bence şehrin gerek devasa gökdelenleri gerekse sisli
havasıyla oluşturduğu metropol atmosferi.
Şehrin ortasından, gökdelenlerin arasından süzülen Michigan
Gölü, şehre harika bir hava katmış diyebilirim. Gölde gondollarla veya büyük botlarla
göl turu yapabiliyorsunuz. Biz, göl manzarasının keyfini , hemen kıyısındaki
cafelerden birine oturarak çıkarmayı tercih ettik.
İlk günü gökdelenleri gezerek, gökdelenlerin üzerinde şehir
manzarası izleyerek geçirdik. Gündüz için tercihler hepimizin çok merak ettiği Willis
Tower’daki Skydeck’den yana oldu. Willis
Tower’ın 103. yani son katında gözlem kulesi adı verilen dört tarafı camdan
oluşan bir çıkıntı bulunmakta. Bu cam çıkıntı sayesinde şehir manzarısı
izlemekten çok daha ötesi bir deneyim yaşıyorunuz. Zira tabanı bile camdan olan
bu balkona adım atmak biraz cesaret istiyor. Kısaca şehir manzarası izleme keyfine
biraz da adrenalin katmak isteyenler için en doğru adres Willis Tower’ın 103.
katındaki Skydeck diyebilirim.
Sırada Hancock Tower (Hancock Kulesi) var ki bence burası da
Skydeck gibi görülmeye değer bir yer. Özellikle akşam saatlerinde gidilmesi
taraftarı olduğum bu 344 metre yükseklikte olan kulenin 96. katı bar/restoran
olarak hizmet vermekte.
Gökdelenlerden bu kadar övgüyle bahsetmem sizi Chicago’nun
sadece binalardan ibaret olduğu yanılgısına düşürmesin. Aksine bu kadar
kozmopolit bir şehrin şaşırılacak derecede güzel, temiz ve özenli parkları,
botanik ve hayvanat bahçeleri de mevcut. Bunlardan en meşhuru Millenium Park ve
parkın içindeki şehrin simgesi haline gelmiş ‘The Bean’(Fasulye). Park,
içerisinde birçok ilginç yapıları, mimarileri barındırıyor. Örneğin, Crown
Fountain denilen yüksek platformlar led ekranlar sayesinde insan yüzlerine
bürünüyor ve bu insanların ağzından su fışkırıyor.
Şehrin simgesi The Bean (Fasülye) |
Millenium Parkı |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder